Günümüzde zeka tanımı değişmiştir. Bilim ve teknoloji her geçen gün baş döndürücü bir hızla ilerlemekte, dünya global bir köy haline gelmektedir. Çağdaş ve modern toplumlara düşen vazife de bu doğrultuda fertler yetiştirmektir. Gelişen dünyaya ayak uydurmak nitelikli fertlerin keşfedilmesiyle mümkün olacaktır. Farklılıklara saygı duymak, bireyin sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkarmak demokratik ve eleştiriye açık toplumları meydana getirecektir. Bireylerin sahip olduğu yetenekler ise eğitimcilerin çeşitli eğitim kuramlarını hayata geçirmeleri ile keşfedilecektir.
Yaşayan bir kuramcı olan Harvard Üniversitesi profesörlerinden Howard Gardner’ın çalışmalarını yürüttüğü “Proje Sıfır” (Project zero) neticesinde “Çoklu Zekâ Kuramı” ortaya çıkmıştır. Nöropsikolog ve eğitim profesörü olan Gardner dâhileri, öğrenme güçlüğü çeken öğrencileri, belirli bir konuda başarılı olanları, sanat becerisi sivrilmiş olanları ve beyni hasar gören kişileri inceler. Sadece Batı’yı değil 50.000 yıl öncesinde Afrika’nın savanlarında hayatta kalmak için ne yapmak gerektiğini ya da 100.000 yıl önce avcı toplumlarında değer gören becerileri inceler. Böylece psikoloji, tarih, tarih öncesi, genetik biyoloji gibi farklı disiplinlere değinir. Farklı yetenek ifadesi fazlasıyla bilinen bir ifade olduğundan; daha ilgi çekici bir şey söyler: “çoklu zekâ” (Gardner, 2009). 1983 yılında ise çalışmalarını Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences (Zihnin Çerçeveleri: Çoklu Zekâ Kuramı) ile yayımlar. Ortaya çıktığı ilk günden bu yana eğitim camiasında çok ses getiren bu kuram, eğitimdeki yenilikçi ihtiyaçlara cevap verebilecek niteliktedir.
Günümüzde Gardner’ın çoklu zeka kuramı, birey yeteneklerinin ve zekâsının keşfinde iyi bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kuram zekânın sadece sözel ve sayısal zekâ testlerine göre ölçülemeyeceğini, farklı yeteneklerin de zekâ olarak değerlendirilebileceğini söyler. Böylelikle sadece bir alanda “en iyi” değil, birçok alanda “en iyi” yetişmiş insan gücüne ulaşılır.
Fen bilimleri eğitimi daha küçük bir çocukken yaşadığımız doğal ortamları merak etme duygusu ile başlar. Bu yönüyle fen eğitimi aslında doğal bir süreçtir, doğayı anlama bilimidir. Çocukların yağmur nasıl yağar, ampul nasıl yanar, yıldızlar nasıl kayar, bitkiler nasıl beslenir, kalbimiz nasıl çalışır, damarlardaki kanımız nasıl dolaşır gibi binlerce soruya hiç durmadan yanıt aradıkları bir dünyadır. Çocuklar yaşadıkları çevreyi anlamlandırmaya çalışırken; mantık yürütme becerisi, yaratıcı düşünme becerisi, problem çözme becerisi gibi nitelikler de kazanmış olurlar. Böylece fen eğitimi sayesinde “öğrenmeyi öğrenirler”.
İyi yetişmiş insan gücüne duyulan ihtiyacın her geçen gün arttığı ülkemizde, 6-14 yaş dönemini kapsayan fen bilgisi öğretimi de son derece önem arz etmektedir (Kaptan, 2002). Bu anlamda biz eğitimcilere düşen doğuştan gelen merak duygusunu köreltmemek; aksine pekiştirerek öğrenme düzeyindeki verimliliği artırmaktır.
Bilim, tıp, endüstri, sağlık, sanayi doğrudan veya dolaylı olarak fen bilimleri eğitimi ile iç içedir. Bu dallardaki buluşlar ve ileri teknoloji; ülkelerin dünya coğrafyasındaki konumunu belirleyici faktörlerdendir. Bu anlamda sağlam temellere dayandırılarak yapılmış fen bilimleri eğitimi, akıllıca yapılmış bir yatırım gibidir.
Yaşadığımız yüzyıla damgasını vuran bilimsel ve teknolojik gelişmeler, uluslararası ekonomik rekabet, küreselleşme gelecek yüzyılları da etkilemeye devam edecektir. Bu açıdan bakıldığında güçlü bir gelecek hedefleyen ülkeler vatandaşlarının iyi birer fen bilimleri okuryazarı olması gerektiğinin de farkındadır. Bu farkındalık gelişmiş ülkeler başta olmak üzere tüm ülkelerde fen eğitimini geliştirme çabası oluşturmaktadır (Yılmaz vd., 2005).
Her birey başlı başına bir değer ifade eder. Bireyler hem dış görünüş hem de zihinsel özellikler yönüyle birbirinden farklıdır. Eğitim öğretim etkinlikleri de bu farklılıklar dikkate alınarak düzenlenmelidir. Farklılıklar öğrenciyi merkeze alan çağdaş ve modern bir eğitim anlayışını zorunlu kılar. Her öğrencinin potansiyeli ve öğrenme dili farklıdır. Etkinlikler planlanırken öğrencilerin önceki yaşantıları, ilgileri, yetenekleri, öğrenme stili vb. göz önünde bulundurulmalıdır (Açıkgöz, 1998).
Çağdaş eğitimin getirilerinden biri de tüm öğrencilere aynı fırsatı sunabilmektir. Öğrencilerde var olan çeşitli potansiyelleri ortaya çıkararak olabildiği düzeyde geliştirmek; eğitimcilerin öğrencilere sunduğu fırsat eşitliği anlamına gelir. Öğrenemeyen öğrencileri eleştirmek yerine öğretim yöntemlerini değiştirmek daha adaletli olacaktır.
Çoklu zekâ kuramının farklı zekâ türlerine göre farklı öğretme biçimlerinin gerekliliğini vurgulaması; genellikle suçu öğrencilerin öğrenme güçlüğüne atan anlayışın geçerliliğini zayıflatmıştır. Bu kuram, öğrenme yöntemlerinin zekâ türüne göre farklılaştırılabilmesiyle daha önce öğrenme güçlüğü çektiği düşünülen öğrencilerin de başarıyı yakalayabileceğini göstermiştir (Eriş, 2008: 77).
Eğitimle alakalı bugüne kadar yapılan tüm çalışmalar çoklu zeka kuramının geçerliliğini teyit eder durumdadır. Yaşadığı çağa uyum sağlamak isteyen günümüzün eğitimcileri, her öğrencinin yetenekli olduğu en az bir alanın var olduğunu baştan kabul etmelidir. Öğrencilerinin baskın zekâ alanlarına göre hitap etmeyi başarabilen eğitimciler; hiç şüphesiz nitelikli bireylerin yetişmesine de katkı sağlamış olacaklardır.